Aybars Hünalp


Yayın Tarihi:

20 Ekim 2018 Cumartesi 02:00:00

Arda 'Allah'ım niye ben' der mi demez mi?

HAFTA içi hep Arda olayını konuştuk. Herkes bir şey yazdı söyledi. Ben ise altına imza atabileceğim sevgili Ömer Gürsoy'un beş yıl önceki yazısından bazı bölümleri sizlere aktarıyorum. “Neden ben” demeyen adam. BÜYÜK sporcular nasıl yetişir? Başarıya götüren hayat hikâyeleri ve ona şekil veren toplumsal koşullar nelerdir? Sadece ülkemiz sporu için değil insanlık için de büyük dersler taşıdığını düşündüğüm, efsane tenis oyuncusu Arthur Ashe'in yaşam öyküsünden bahsedeceğim. Sporcu olan ve sporcu olmak hayali kuran binlerce gencimize rol modeli olacak bir kişi o. Üç Grand Slam kazanan ilk siyah tenisçi olmasının yanında bilge bir kişi ve insan hakları aktivisti... 10 Temmuz 1943 tarihinde doğdu. Daha 6 yaşındayken, 27 yaşındaki annesini kaybetti. Polis memuru babası ona ve kardeşine baktı. Tenis oynamak için ne zengin bir mahallede oturuyordu, ne de dolarları vardı. O dönemde, hem siyah hem yetenekli olmak şişedeki iki akrep gibiydi, ikisinden birisi yok olacaktı. Ama Ashe'in yeteneğinin önünde hiçbir şey duramayacaktı. Amerikan Davis Cup takımına seçilen ilk siyahi tenisçi olduğunda 20 yaşındaydı. 5 yıl sonra 1968'de Amerika Açık'ı kazandı. 1975'te Jimmy Connors karşısında Wimbledon tarihini değiştirecek ve bu kupayı kazanan ilk ve son siyahi oyuncu olarak tarihe geçecekti. Geçirdiği kalp ameliyatı sonrası 1980 yılında tenis kariyerine son verdi. Sivil hakların mücadelesi kendisini öyle adamıştı ki, 1992 yılında Haitili göçmenler için uygulanan politikaları protesto için gittiği Beyaz Saray önünde gözaltına alındı. Siyahların gördüğü ikinci sınıf muameleyi anlatmak için “zenci olmak AIDS'li olmaktan daha zordu” diyecekti. Ölümcül AIDS hastalığı sonucu 50 yaşında hayata gözlerini yumduğunda tenis tarihinin belki en başarılı değil ama hüzünlü sayfalarından biri kapanıyordu. Bugün 254 milyon dolara mal olan ve 23 bin seyirci kapasitesi ile Amerikan Açık'a ev sahipliği yapan dünyanın en büyük tenis stadyumuna O'nun ismi verildi. Arthur Ashe'i bugün bile saygıyla anılmasını sağlayan sadece büyük bir sporcu olması değildi elbette... Belki de dünyanın en iyi tenisçisi arasında ilk 10'a bile giremeyecekti. Ama O'nu büyük yapan başka şeyler vardı... Hastalandığında dünyanın her köşesindeki hayranlarından gelen mektuplara verdiği bilge dolu cevaplardı. Bunlardan bir tanesi şöyle soruyordu: “Neden Tanrı böylesine kötü bir hastalık için seni seçti?” Arthur Ashe buna şu cevabı verdi: “Tüm dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar, 5 milyonu tenis oynamayı öğrenir, 500 bini profesyonel tenisi öğrenir, 50 bini yarışmalara girer, 5 bini büyük turnuvalara erişir, 50'si Wimbledon'a kadar gelir, 4'ü yarı finale, 2'si finale kalır. Elimde şampiyonluk kupasını tutarken Tanrı'ya 'Neden ben?' diye hiç sormadım. Ve bugün sancı çekerken, Tanrı'ya 'Niye ben?' mi demeliyim? Mutluluk insanı tatlı yapar. Zorluklar güçlü yapar. Hüzün ise insan yapar. Yenilgi mütevazı yapar. Başarı insanı ışıldatır. Ama yalnız Tanrı, yolumuza devam etmemizi sağlar. Tanrı'ya asla 'Niye ben?' diye sormayın... Ne olacaksa olacak. O'nun kendine has usulleri vardır. Her şey kendi iyiliği için olur. İnancınızı koruyun...” Netice olarak Arda sizce “Allah’ım niye ben” der mi demez mi? Kararı sizlere bırakıyor, bu vesileyle yazısını kuşa çevirdiğim Gürsoy'a da selam gönderiyorum.