Mustafa Yılmaz


Yayın Tarihi:

04 Ağustos 2018 Cumartesi 00:00:00

Kanuna riayet

Kendimi en şanslı saydığım ve her daim Allah’a şükrettiğim ilk konu, bu yaşıma kadar hiçbir önemli sağlık sorunu yaşamamış olmak. Lakin, hepimizin adını zikretmekten imtina ettiği hastalıkla mücadele eden yakınlarımın kemoterapi süreçleri vesilesi ile genç yaşta tanıştım hastanelerle. Üniversite sonrası atıldığım meslek hayatımda Sağlık Bakanlığı’mızın uygulamaya koyduğu “sağlıkta dönüşüm”  çerçevesinde 2007 yılında hazırlanan bir filmin yönetmenliğini yaptım. Bu çalışma esnasında daha önceki yıllarda izlenen sağlık politikalarındaki hatalar sebebi ile devletin ekonomik olarak nasıl zarara uğratıldığını, prosedürdeki boşlukları kullanan art niyetli kişililerin nasıl haksız kazanç elde ettiklerini, hastanelere ve hastaların tedavisine harcanması gereken bütçenin nasıl farklı yerlere gittiğini gördüm. Sağlıkta dönüşüm projesi öncelikle bunun önüne geçiyor daha da önemlisi “önce insan” diyerek hastalara bambaşka bir bakış açısı ile hizmeti öngörüyordu. Sırf farklı kurumlarda çalıştıkları için farklı hastanelerden hizmet almak zorunda olan vatandaşlar arasındaki ayrım ortadan kaldırılıyor ve herkese eşit şartlarda hizmet sunulan bir yapı oluşturuluyordu. Hatta hastalara hekim seçme hakkı bile getiriliyordu. İnsanoğlu geçmişi çabuk unutuyor, bugün çok sıradan gibi aldığımız hizmetleri geçmiş yıllarda hayal bile edemezdik o sebeple bu süreci bir kez daha hatırlatmak istedim. Bu çalışma esnasında hayatım boyunca hafızamdan çıkmayacak olaylar yaşadığım gibi, bugünlere dek süren dostluklar da kazandım. Sohbet ederken ya da yazarken kelimelerin kimi durumları ifade etmekte ne kadar yetersiz olduğunu gördüm. Monitörlü gözlem odasında çekim yaparken monitördeki çizginin düz hale geldiği anda o hastayı tekrar hayata döndürmek için doktorların hemşirelerin nasıl insan üstü bir çaba gösterdiklerine tanıklık ettim. Allah’ın  hayat veren, can bağışlayan, sağlık veren manasındaki El Muhyi ismine, o insanları nasıl aracı kıldığını gördüm. Bir dizi prosedürün ardından alınan iznin sorasında çekim yapmak üzere girdiğim açık beyin ameliyatındaki doktorun, saatlerce hiç hareket etmeden sadece gözleri, elleri ve parmakları ile devlet hastanesinde ortaya koyduğu mucizeyi anlatacak kelimeyi halen bulamıyorum. Bu hizmetlerin devam etmesi ve her an hepimizin ihtiyaç duyabileceği sistemin işlemesi devletin koyduğu kanunlar dahilinde mümkündür. Devletin kendilerine sunduğu imkanları fark etmeyip görev yerlerinde devletin temsilcisi olan sağlık çalışanlara şiddet uygulayanlar, aslında bireye değil devlete karşı bir şiddete yeltenmiş demektir. İçinde bulundukları durumun psikolojisi ile sağlık çalışanlarına karşı sert tepki gösteren, hatta şiddet uygulayanlardan daha vahimi ise, oturdukları yerde bu duruma geçerli bir sebep bulmaya çalışıp, şiddeti legal hale getirmeye çalışanlardır. Hiçbir yerde ve şartta şiddetin savunulacak bir yanı yoktur. Hele ki kendilerini insanların sağlığına adamış bir meslek grubuna karşı asla böyle bir durum düşünülemez. Özellikle topluma mal olmuş söyledikleri ve yazdıkları ille toplumun geniş kitlelerine ulaşan isimler bu tür konularda çok daha hassas davranmalıdırlar. Son günlerde memleketim olan Giresun’da yaşanan hadisede devletin koyduğu kanunu uyguladığı için sosyal medyada neredeyse linç edilen doktor için kamuya mal olmuş isimlerin de sırf tribünlere oynamak adına yaptıkları açıklamaları hayretle izliyorum. Devlet kanunla yönetilir ve devletin koyduğu kanunları uyguladığı için hiçbir vatandaş suçlanamaz. Aksine kanunlara uyan ve uygulayan bir vatandaşı hedef göstermek suçtur. Bizim binlerce yıllık devlet geleneğimizin bize öğrettiği ve bizi binlerce yıldır ayakta tutan temellerden en önemlisi devleti kutsal kabul etmek ve onun koyduğu kanunlara her daim riayet etmektir.