Oyuncu Metin Yıldız: Kapitalizmin bir numaralı hedefi ailedir

Yayın Tarihi: 28 Nisan 2025 Pazartesi 14:20:00

Güncelleme Tarihi: 28 Nisan 2025 Pazartesi 14:20:00

24 TV Arafta Sorular programında Star Gazetesi Yazarı Esra Elönü'ye konuk olan oyuncu Metin Yıldız, “Kapitalizmin en çok istediği şey aileyi parçalamaktır. Kapitalizmin bir numaralı hedefi ailedir. Çekirdek aileyi ve geniş sülaleleri paramparça etmektir.'' dedi.

HABER MERKEZİ

ABONE OL

24 TV Arafta Sorular programında Star Gazetesi Yazarı Esra Elönü'nün sorularını yanıtlayan oyuncu Metin Yıldız, "Kapitalizmin en çok istediği şey aileyi parçalamaktır. Kapitalizmin bir numaralı hedefi ailedir. Çekirdek aileyi ve geniş sülaleleri paramparça etmektir.'' dedi.

''Kapitalizmin en çok istediği şey aileyi parçalamaktır. Kapitalizmin bir numaralı hedefi ailedir. Çekirdek aileyi ve geniş sülaleleri paramparça etmektir.''

Çocukken izlediğimiz sinema filmlerinde yani TRT'li yıllarda hafta sonları Cumartesi'den Cumartesi'ye Türk filmi olurdu. En sevdiğimiz en değerli bulduğumuz filmlerde aileler bir arada yaşardı. Münir Özkul, Adile Naşit filmlerinde ailenin birlik beraberliğini görürdük. Bir arada yaşayan birbirine sahip çıkan birbirine tutkulu insanları gerçekten seven ve ailesi için her şeyi yapmaya hazır insanları görürdük o filmlerde. Öyle büyüdük. Çünkü tam olarak bizim aile yapımıza uygundu. O zaman aileler öyleydi. Üvey baba, üvey anne, istenmeyen kaynana, bana uğramasında ne yaparsa yapsın dizileri, filmleri, dedikodular, aile içinde ensest ilişkilere varana kadar empoze edilmekte. Böyle ailemizin içine sokulmakta bu filmler ve diziler. Dolayısıyla Kapitalizmin en çok istediği şey aileyi parçalamaktır. Kapitalizmin bir numaralı hedefi ailedir. Çekirdek aileyi ve geniş sülaleleri paramparça etmektir. Neden bunu yaparlar? Çünkü aileler parçalandığı zaman anneye ayrı ev, babaya ayrı ev, çocuğa başka oyuncak, çocuğa başka mobilya, bir yatak odası daha, bir çocuk odası daha, iki kişinin sahip olacağı materyaller, maddeler bu sefer ikiye bölünüyor. Çocuk tarafından üçe bölünüyor. İstenmeyen kaynana, istenmeyen kayınbabalarla dörde, beşe. Yani bir insanın üç tane, dört tane, beş tane evi var. Her birinde ayrı ayrı mobilyalar, ayrı ayrı beyaz eşyalar. Kapitalizmin tek derdi sana bir şey satmak. Tek derdi senin cebindeki parayı alabilmek. Başka hiçbir şey düşünmez. Senin ailen parçalanmış, senin çoluğun çocuğun sefalet içinde kalmış, rezil olmuş, psikolojileri bozulmuş, sokaklara düşmüş. Çok affedersiniz başlarına bir takım işler gelmiş. Zaten istediği o. Dolayısıyla çekirdek aile hedef alınmakta ve hızla bu maalesef başarılmakta. Boşanma oranlarına bakın, evlilik oranlarına bakın. Sosyal medya evliliklerine bakın, bir sene sonra nasıl parçalandıklarına bakın. Şimdi evleniyorlar. Fas davulcusu da gelsin, vali de gelsin, oradan da uçalım, balon da uçsun diyorlar. Bunları kredi kartıyla alıyorsunuz, kredi çekiyorsunuz, o kadar çok borcun içine giriyorsunuz. Düğün bitip paylaşımlarınızı yapıp gerekli likeları aldıktan ve o mutluluğu yaşadıktan sonra eve gittiğinizde bir hüzün kaplamıyor mu? Birbirinize ayıracağınız o zamanı deli gibi koşturup, çalışıp, bu ayki taksiti ödemek için birbirinize ayıracağınız zamanı daha fazla çalışarak, daha fazla efor sarf ederek ve yorularak birbirinizi arkanıza dönmeyi, küsmeyi, sinirlenmeyi, gerilmeyi bunları yaparak zemini hazırlıyorsunuz. Ve altı ay sonra, bir yıl sonra aynı Fas davulcusunun çaldığı davulla boşanıyorsunuz. Bu sefer arabanın arkasına oh be boşanıyoruz yazıyorsunuz. Borçlar yine aynı borç. Kimin üstüne kaldı? Kim kazandı burada? Kapitalizm kazandı, ürün satanlar kazandı. Bu insanlar ikisi de yeniden evlenecekler yarın. Eskiden aileler çok daha uzun süre bir arada kalmayı başarırdı. Annelerimizden biliyoruz, çileler çekerlerdi de babalarımızdan biliyoruz, susarlardı da yeter ki o aile yürüsün, o aile, o çocuklar aileyle beraber yaşayabilsin diye düşünürlerdi. Ben de bunun eziyetlerini, çilesini çekmiş insanlardan birisiyim. Kendi başıma gelen olaylardan da bahsediyorum. Bize empoze edilen, bizi bu durumlara düşüren bir şey var. Bizim hissetmediğimiz. Bizim bir an önce bunları hissetmemiz gerekiyor. Biraz daha sakin olmamız gerekiyor. Evlenirken de, aile kurarken de, çocuk yaparken de daha bilinçli olmamız gerekiyor. Özellikle erkekler bu bilinci biraz daha geç kazanıyorlar. Kadınlar daha akıllılar, daha aileye düşkünler, daha bir arada tutmayı sağlayan insanlar. Kadınlar tabii ki. Erkekler daha aceleci, daha heyecanlı ve biraz geç olgunlaştıkları için hata yapmaya çok müsaitler. Bu konuda eğitim alınması gerektiğini düşünen insanlardanım. Evlenmek için evlilik sözleşmesi yapıyorlar. Ben hatta biraz daha öteye taşıyayım. Belki çıkma sözleşmesi de yapılabilir. Bir insan bir insanla bir araya gelecekse ona da sözleşme yapılabilir. En azından davranışlarımızı vaatlerimizi hatırlayacağımız bir yerlere yazıp bu ilişki nasıl başladı dediğimizde bakabilelim. Hani hep derler ya kadınların en büyük şikayetleridir; Sen bana ilk günlerdeki gibi davranmıyorsun. Evet, davranamıyor çünkü bakış açıları değişti. O nezaket, o şiirsel adam, o üslubu güzel, o sakin kişi gidiyor yerine bambaşka bir insan geliyor. Hayat çok yorucu bir hale geliyor bu şekilde. Bahsettiğim ekonomik koşullar karşılanmıyorsa veya çok yüksek karşılanıyorsa da aynı sorunlar. İnsanlarda bir doyumsuzluk söz konusu. Sosyal medya, ilişkiler bizi oldukça sarstı ve dağıttı. Kendimi de dahil ederek konuşuyorum bu son konuşmaların içerisine. Acilen toparlanmamız gerektiğini düşünüyorum. İnşallah.

''Sektörde bir tekelleşme var. Öyle herkese şans tanıyacakları, "Gel bakıyım, sende bunu oyna" diyecekleri bir sistem yok. Onların ördükleri ağ öyle bir duvar çekmiş ki önümüze. Ben meselesi değil; benim gibi, nicelerini hatırlayın. Her akşam izlediğiniz usta oyuncular çok yetenekli. Onları da görmek istemez misiniz? Hepsinin önüne bir duvar çekilmiş.''

İnanın bunu çok düşündüm. Şimdi yaklaşık 10 senedir bir dizide oynamıyorum. Bunun nedenini ben de çok düşündüm. Konuştuk menajerlerimle, arkadaşlarımla, dostlarımla ve şunu duydum söylemlerden, 'Abi sen niye yoksun, özledik seni, seni görmek isteriz' diyorlar. Benim olmama sebebim, az önce de söylediğim gibi, sektörde bir tekelleşme var. Öyle herkese şans tanıyacakları, gel bakalım sen de bunu oyna, burada dur diyecekleri bir sistem yok. Onların ördükleri ağ ile öyle bir duvar çekmiş ki önümüze. Benim gibi nicelerini hatırlayın. Her akşam izlediğiniz usta oyuncular çok yetenekli. Özlemediniz mi onları? Onları da görmek istemez misiniz? Hepsinin önüne bir duvar çekilmiş. Bizden değilse, benim değilse koyamayız, burada olmalarına müsaade etmeyiz. Buna tekelleşme diyorum, hatta çeteleşme, belli başlı menajerlik ve yapım şirketlerinde değilseniz bu çeteleşmenin içerisinde olmanız gerekiyor.

''Eskiden ayıp olan birçok şeyin artık normalleşmesi yaşanıyor. Bir yerde durmamız lazım, bir kendimize gelmemiz, kendimizi bir sorgulamamız lazım.''

Daha bugün bir konu yaşandı mesela. Ben de onunla ilgili bir şey yazdım. Bir hanımefendiye mikrofon uzatılıyor ve muhtemelen içinden onun başörtüsüne, kılığına, kıyafetine karşı bir ön yargıyla 'Cahil ne bilecek, ne söyleyebilir ki? İddianame ne demek biliyor musun' diye sorular soruyor. Sen kimsin ve nasıl böyle bir şey sorabilirsin? Karşısındaki hanımefendi konuşturulmadığı halde 'Hanımefendi ben iki üniversite okudum, sosyoloğum' diyor. Ama lafları ağzına tıkıyor onun ne söylediğini dinlemiyor. Önemli olan oradan kendi çıkarında izlenme sayısını artırabileceği insanlardan alkış alabileceği bir düşünceye kendisini odaklamış ve karşıdaki insanın ne dediğini duymuyor. Karşındaki insan ben iki üniversite okudum kardeşim ne söylememi istiyorsun demesine dahi izin vermiyor. Saçma sapan, mesnetsizce konuşuyor. Ben tam olarak bundan bahsediyorum. Bunu yaptığınız sürece, insanlara böyle davrandığınız sürece kaybetmeye mahkumsunuz. Onlar yapıyorsa sen yapmayacaksın ki biz seni daha çok seveceğiz. Sen onlardan bin betersin. İnsanlara kötü davranıyorsun sırf kılığından, kıyafetinden dolayı bu ülke ne çektiyse bundan çekti zaten. Analarımız başörtülü, ailemizde, sülalemizde türbanlı insanlar var ama bunları popüler söylem diye söylemiyorum. Ayşe teyzemizde böyleydi, Fatma nenemizde öyleydi. Olmayan da vardı ama asla kimse kimsenin yaşam tarzına, giyimine, kıyafetine ne yaptığına karışmazdı. Biz çocukken istediğimiz kapıyı çalar, ekmek yemek isterdik. Önemsemezdik kim olduğunu. Herkes anneydi, herkes amcaydı. Bizim bütün bu müesseselerimiz yerinden kalktı, yer yerinden oynadı. Müthiş bir ahlaki erozyon, müthiş bir kültürel erozyon. İnsanların birbirine saygı ve sevgi duymaması, ötekileştirme, kılığına, kıyafetine, yaşam tarzına göre ayrıştırma. Eskiden ayıp olan birçok şeyin artık normalleşmesi yaşanıyor. Bir yerde durmamız lazım, bir kendimize gelmemiz, kendimizi bir sorgulamamız lazım. Ne yapıyoruz biz? Biz ne yapıyoruz? Nereye doğru gidiyoruz? Nereye koşuyoruz? Ülkenin bütün değerleri elden gitmiş. Herkes birbirine saygısız. Nasıl bir alemdeyiz? Biri bir şey söyledi ama doğru ama yanlış. Ne tartışıyoruz ne eleştiriyoruz. Tamam bana bir eleştiri getir. Bir şey söyle bana. Ama öyle güzel bir şey yaz ki beni utandır. Yanlış düşündüğümü düşüneyim, ben ne yaptım diyeyim ama beni bu kadar haklı çıkartacak derecede aileme varana kadar küfürler ederseniz benim bunları yazdığımı düşünürseniz gerçekleri görmem.