Ömer Özkaya


Yayın Tarihi:

20 Aralık 2018 Perşembe 08:00:00

Daha çok şaşıracağız 

Haberlerde kamuoyunu şaşırtan birçok konu ile karşılaşıyoruz. Mısır ile Rumların ilişkisi bunlardan biridir. Balkanlarda bazı İslam ülkeleri ile rekabet etmek ve onların olumsuz propagandalarını karşılamak zorunda kalıyoruz. Hâlâ bazı İslam ülkelerinin Türkiye’nin aleyhinde olamayacağına ilişkin kamuoyu inancının bulunması, Türkiye’nin yumuşak diplomasi faaliyetlerini desteklemesi açısından stratejik öneme sahiptir. Tarihe baktığımızda ise bu coğrafyada hüküm süren atalarımızın karşılaştıkları ihanetlerin, oyunların, çoklu dolapların, yüze gülüp arkadan iş çevirmelerin ve açıkça düşmanlık etmelerin daha henüz yüzde onuyla bile karşılaşmadığımızı vurgulamak bir zaruret olsa gerektir. 

Mısır için Kıbrıs özellikle Güney Kıbrıs jeopolitik ve jeostratejik boyutları itibariyle sürekli önemli olagelmiştir. Kıbrıs, Mora ve Girit adaları ile Adriyatik Denizi’nin önemi bilinmeden Akdeniz ve Avrupa jeopolitiği anlaşılamaz. Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlar ve Avrupa stratejisi incelenirse atalarımızın dünyanın nirengi noktalarını tespit edip oraları fethetmek konusunda gösterdikleri gayretleri anlamak mümkün olacaktır. Osmanlı’nın Batı’ya doğru ilerledikçe Doğu’dan ve içten uğradığı saldırılar uluslararası ilişkiler dünyasının karanlık doğası hakkında istediğimiz tüm bilgileri ilgililere temin eder. 

Bu coğrafyada din, ırk ve kültürel ortak bağların uluslararası ilişkiler masasında birer kart olduğu gerçeğini atalarımız sayısız defa yaşamış, gözlemlemiş, tecrübe etmiş ve faturasını ödemiştir. Çıkarlar, bu coğrafyada neredeyse her zaman her şeyi belirlemiştir. Paranın gücü ve yabancıların yüzü yine bu coğrafyada akıl almaz ihanetlerin yaşanmasına sebep olmuştur. Tarihimiz bu açıdan inanılmaz bir zenginliğe sahiptir. 

“Kimin ekmeğini yiyorsan onun kılıcını sallayacaksın” deyişinin de bu coğrafyadaki kilit tespitlerden biri olduğunu unutmamak icap eder. Böylesi bir İslami Asya'da uluslararası ilişkilerde ve rekabette kullanılmayan hemen hemen hiç bir dini, ırki, kültürel, ekonomik, ticari, mali, finansal, tarihi, coğrafi, ahlaki ve sair faktör kalmamıştır. Bu hile kültürü zenginliği, Osmanlı’yı sahada kazanan, masada kaybeden konumunda tutmuştur genel olarak. 

Tarihin en hareketli güzergâhında bulunan Türkiye’nin dikkat edeceği parametreler, bir süper gücün izleyeceklerinden daima çok fazla olmuştur. Bu sebeplerden dünyanın en güçlü ve nitelikli istihbarat, uluslararası ilişkiler, diplomasi ve ekonomik istihbarat ağının ve birikiminin Türkiye’nin elinde olması da kaçınılmazdır. Yoksa sıradan vatandaşlarımızın Mısır, Suriye, Suudi Arabistan, BAE ve Lübnan gibi devletlerin Türkiye’ye yönelik siyasetlerine şaşırmaları devam edecektir. 

Uluslararası ilişkilerde daimi dostluklar, daimi müttefiklikler neredeyse yoktur, daimi çıkarlar her daim her şeyi belirler. Bu bakımdan uluslararası ilişkiler; dostluklar, kardeşlikler ve müttefiklikler bağlamında değil, sürekli değişen çıkarlar ve ihtiyaçlar bağlamında değerlendirilir. Kabil ve Habil Kıssası uluslararası ilişkilerin de temelini oluşturur. 

Yapay Zeka’nın iç ve dış politikada devreye girmesi ve giderek kurumsallaşarak yeni uluslarüstü toplum oluşturan sosyal medya platformları, yepyeni uluslararası ilişkiler parametreleri ve aktörleri üretecektir. Bu durumda da eskisinden milyon kat daha dikkatli ve istihbaratlı olmak yaşamsaldır. 

Aşırı otoritenin gizliliği rafine hale getirerek devleti toplum dışına itişinin tüm zararlarını SSCB bağlamında gözlemledik. Demokrasinin açıklığı ve şeffaflığı ile açıklığın ürettiği gizlilik ve ilişki çeşitliliğinin devletlere maliyetinin daha tolere edilebilir ve izlenebilir olduğunu da İngiltere örneğinden gördük ki bunun da çok güçlü bir istihbarat alt yapısı ile birlikte mümkün olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla yeni iletişim araçlarının sosyal medya platformları bağlamında iç ve dış kamuoyu olgusunu yeniden tanımlamayı bir zorunluluk haline getirmesi, bugün Fransa dahil ABD başta olmak üzere birçok devletin yeni ulusal ve uluslararası tabloyu algılamasını engellemekte ve onları bocalatmaktadır. 

Bu süreç; akıl, fikir, düşünce, entelektüellik, mantık, zihniyet ve bütün bu kavramların tanımında ve kullanımında etkili olan psikolojinin de yeniden tanımını acil ihtiyaç haline getirmektedir. Bu yeni şartların zorladığı bilimlere ve akla kim daha önce ulaşırsa, gücün önemli oranda onda olacağı da açıktır. Yeni ulusal ve uluslararası toplum analizleri konusunda en etkin çalışmaların yine ABD’de yapıldığını ve kullanıldığını da eklemek gerekir. 

Kim ulusal ve uluslararası toplumu derinden etkileyen keşif ve icatlar yaparsa ve bunu etkili kullanırsa varlığını daha iri ve diri  olarak devam ettirecektir. 

Bu küresel rekabette daha çok şaşıracağız ve “Olmaz, olmaz deme, Olmaz, olmaz” aforizmasının hükmünü icra etmesine tanık olacağız.