Ömer Özkaya


Yayın Tarihi:

18 Ekim 2018 Perşembe 00:00:00

Kod adı İstanbul

Kod adı Londra adlı filmde Yemenli bir silah tüccarı intikam amacıyla dünya liderlerinin toplandığı Londra’yı cehenneme çevirir. ABD başkanını da kaçırırlar. Silah kaçakçısı, İngiliz istihbaratına sızmıştır. Film, hainin bulunması ve ABD başkanının kurtarılması ile son bulur. 

Suudi Arabistan'lı çok yönlü gazeteci İstanbul'da Suudi Arabistan Başkonsolosluğu’nda yok oldu. Akıbeti ile ilgili rivayetler çok. Fakat Suudi Arabistan “şüpheli” durumda. 

Suudi Arabistan derken trilyonlarca dolarlık bir kompleksden bahsediyoruz. Enerji ve küresel finansal piyasaları domine edebilen bir mekanizma söz konusu. Dolayısıyla “hanedanın tüm mensupları”nın takipte olduğunu herkes bilir. ABD istihbarat ve devlet yapısı Suudi Arabistan Hanedanı’na yönelik yüzlerce senaryo geliştirmiştir. Bunların en önemlisi 1977’de kamuoyuna duyurulur. Bu senaryoda Suudi Arabistan'da hanedan içi taht kavgası başlar. Kraldan bir süre haber alınamaz. Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın “yok edilmesi” olayına bir hayli benzemektedir bu olay. 

Suudi Hanedanı’nın taht savaşları Batı’da üzerinde en çok çalışılan konuların başında gelir. Çünkü trilyon dolarlara kimin yön vereceği olağanüstü derecede önemlidir. Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın da Suudi Arabistan taht savaşlarının bir aktörü olduğu bilinmektedir. Bilinmeyen Cemal Kaşıkçı’nın “yok edilmesi” olayının neden İstanbul’da gerçekleştirildiğidir. Uluslararası politika söz konusu olunca görülen olguların çok boyutluluğu hep şaşırtıcı olmuştur. 

CNN International ve Reuters gibi haber ajansları, Cemal Kaşıkçı’nın parçalara ayrılarak yok edildiği yönünde haberler yaparken, birçok küresel şirket, Riyad Yönetimi’ne tepki göstermektedir. Almanya, Fransa ve İngiltere, Cemal Kaşıkçı’nın akıbeti konusunda Suudi Arabistan'a stres uygulamaktadır. Bütün bu olup bitenler Suudi Arabistan'ın Cemal Kaşıkçı’yı neden İstanbul'da hedef aldığını açıklamaktan uzaktır. 

Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın Arap ülkelerinin sokaklarında çok güçlü olduğu gerçeği burada önemli bir noktayı oluşturmaktadır. İstanbul bugün, harap olmadan evvelki Beyrut’un çok ötesinde bir statüye sahiptir ve her geçen gün Araplar, İstanbul’a, Türkiye’ye daha fazla rağbet etmektedir. 

Yabancıların belirledikleri parametreler açısından baktıkça özellikle İslâmî Asya’nın ülkemize bakışını anlamak mümkün değildir. Fakat Türkiye tüm sorunlarına rağmen, trilyonlarca dolara hükmeden Petro-dolar sahibi devletlerden olağanüstü derecede baskındır, caziptir, etkileyicidir İslami Asya’da. 

2000’li yılların başlarında İslami Asya’nın yönü Suudi Arabistan'a dönüktü. Bugün Suudi Arabistan'ın yerini Türkiye almıştır. Bu psikolojik üstünlük gerçekten de birçok dengeyi değiştirme içeriğine sahiptir. 

Arap tarihi iyi incelendiğinde Arapların ticari, siyasi ve stratejik zekâlarına ciddi anlamda hayran olmamak elde değildir. Fakat bugün bu konumdan giderek uzaklaşan bir Arap dünyası söz konusudur. 

Cemal Kaşıkçı gibi yüzlerce vaka sayılabilir. Saddam Hüseyin'in Kuveyt’i sadece bir milyar dolarlık bir anlaşmazlık nedeniyle işgal ettiği gerçeğini de bir kenara not ediniz. Her iki devletin kaybını bugün hesap etmek çok zordur. Dolayısıyla Arap dünyasını mercek altına alınca Türkiye’nin neden hunharca saldırılara uğradığını anlamak kolaylaşacaktır. Dün önemli ülkelerde Kremlinolog’lar gözde idi, bugün ise Arapolog ve Suudiologlar önemli. 

Soros’un ticari olarak ifade ettiği “Türkiye’nin en büyük ihracat ürünü, ordusudur” vurgusunun stratejik anlamı “Türk ordusu bölgesel ve küresel rol oynama gücüne erişmiştir ve bu orduya dikkat edilmelidir” şeklindedir. Nitekim Türkiye ne zaman İslami Asya’ya özellikle Ortadoğu’ya yönelik bir hamle yapsa Türk ordusu operasyonlara uğramıştır. Bugün bazı “seçkin Arap tabakası” Arap kibiri ve Arap asabiyeti ile Türkiye’ye bariyer koymaktadır. Hedef aldıkları Türkiye değil aslında kendi bekalarıdır. Arap sokaklarında güçlü bir R. Tayyip Erdoğan, Arapların çıkarına idi. 

“Kod adı İstanbul” operasyonunun perde arkasının bir kısmı budur. İslami Asya denilince bindiği dalı kesenlerin coğrafyası da akla gelmektedir. Yunan, Ermeni ve sair Osmanlı tebaasına bakmak kâfidir.